Dışarıda, daha doğrusu evimin
dışında ama muhtemelen apartmanın içinde bir gürültü koptu ki ne gürültü. O
vakitte, tam da uyku beni yumuşacık kollarıyla sarmaya başlamışken sıcak
yatağımdan kalkıp da gürültünün kaynağını araştıracak biri değilim. Geçtim
gecenin o vaktini gün ortasında bile öyle her sese tepki verip de cama
pencereye koşan insanlardan olmadım. Nerede kaza bela varsa etrafında toplanan
kalabalığa da karışmam ben. Bunu bir seçkinlik göstergesi olarak mı alıyorum
nedir, böyleyim işte ben. Ne ki bu gürültü öyle pek hayra alamet olanlardan
değildi. Türkçeye Arapçadan geçen vaveyla diye bir söz vardır. Anlamı için Türk
Dil Kurumu sözlüğüne bakarsanız “isim Çığlık”
açıklamasını görürsünüz. Demek ki vaveyla bir isimdir ve bugün yaygın
kullanılan karşılığı çığlıktır. Ama nedense çığlık bana yetersiz bir karşılık
olarak görünüyor. Çığlık şaşkınlık, korku, acı, vahşet ve benzeri duygular
barındırırken vaveyla sanki bunlara ilaveten bir kargaşa da içeriyor gibi. Çığlıktan
daha çoğul ve daha devamlı. Bilmem anlatabildim mi. Eğer o an beni yatağımdan
çıkaracak bir şey varsa o da işte bu vaveylaydı herhalde.
Terliklerimi giydim, sırtıma
başucumda asılı duran hırkamı aldım (gece tuvalete gitmek için uyandığımda
sıcaklık farkından ötürü üşütme ihtimaline karşı yanı başımda mevsime göre bir
şey bulundururum her daim) ve ne olup bittiğini anlamak için kapıya çıktım. Kapıyı
açmamla gürültünün kaynağını anlamam bir oldu. Yedi numara, yani benim üst
komşu, aslında üst karşı komşu, yani üst çapraz komşu, uzun lafın daha da uzunu
çift daire usulü inşa edilmiş apartmanda ben altı numarada otururken yedi numarada
oturan komşuydu gürültünün kaynağı. Kapıyı açınca sesler daha netleşti. Kavga kıyamet
gidiyordu evde. Tuhaf olan benden başka kimsenin kapıya çıkmamasıydı. Gürültüyü
bir ben mi duyuyordum, apartmanda bizden başka kimse mi yoktu, kimsenin
umurunda mı değildi yoksa alışmışlar mıydı bilmiyorum. Aile içi şiddet
vakalarında komşuların olaya müdahalesi insanlık görevi değil midir? Öyledir
herhalde, diyerek ev içi terliklerimi çıkarıp dışarlıklarımı giydim ve üst kata
yollandım. Biraz ödlek olmam hasebiyle biraz da komşumun sert olması kuvvetle
muhtemel tepkisine nasıl karşılık vereceğimi düşünürken yaşadığım heyecan
nedeniyle bacaklarımda hafif bir titreme vardı ama insanlık vazifesi titremeyle
bırakılacak şey değildi. Öyle her bacağı titreyen yolundan dönseydi nic’oludu
halimiz! Üst katın merdiven sahalığına geldiğimde zile basmadan önce
sakinleşmek için kendime birkaç saniye süre tanımaya karar verdim. Tam elimi
zile uzatmışken bir üst kattan (muhtemelen dokuz numaradan) inen orta yaşın
biraz üzerindeki komşumuzun uyarısıyla irkildim.
“Hiç bulaşma yeğenim.”
Bu “yeğenim” sözüne acayip gıcık
olurum. “Evladım”daki babacan tavır yoktur bunda. Böyle daha üstten, daha
bilmiş bir hava var. Kim yeğenim diye başlasa söze bana dediğinin tersini yapasım
gelir.
“…”
“Sen yeni taşındın değil mi?
Hilmi beylerin daireye.”
“Evet.”
“Bunlar haftanın üç günü böyle. Taşındılar
taşınalı bizde de huzur bırakmadılar. Başta biz de senin gibi çaldık kapılarını
bir iki kere. Tatlı tatlı uyardık, tersledik, sert çıktık. Tınmıyor herif.
Manyağın da biri. Kiracı olsa evden çıkarttırırsın. Senin karşı komşu polise
haber verdi bir kere. Öğrenmiş onun yaptığını, uluorta bıçak çekti adama apartmanın
önünde. Bulaşılmaz bunlara. Allah’ından bulsun.”
Bunları duyunca “yeğenim” falan uçtu gitti aklımdan. Dedim ya ödleğin tekiyim. Tıpış tıpış döndüm geri.
İşin fenası kapıyı arkamdan
kapattığım anda korkmasam da eve döneceğimi düşünmem oldu. Ottan boktan tırsmam
yetmezmiş gibi bir de “etraftakilerin aklından ne geçer acaba”cıyım. Ne demek
bu? Şu demek efendim. Evimin yani güvenli ortamımın sınırları dışındaysam sürekli
gözlendiğim ve yargılandığımı hissederim. Tüm hareketlerimi de ona göre
ayarlarım. Kafamda kendime biçtiğim bir statü yahut toplumsal rol var ve ona
uyan her şeyi yapmasam da uymayan şeylerden kaçınırım. Kimi zaman abuk sabuk
şeyler olurlar ama ne yapalım. Yolda dilenci gördüm diyelim. Evvela duyduğum
acımaya bağlı olarak cebimde bozukluk aranırım. Elimi cebime attığım anda da
bunun geniş planda hiçbir işe yaramayacağını, alt yapı sorununu çözmek
gerektiğini düşünürüm. Sonra dünyanın adaletine söverim. Bu arada elimi
cebimden çıkarmadan, dilenciyle göz göze gelmekten kaçınarak yoluma devam
ederim. Neden? Çünkü o an karşıdan biri gelmektedir ve cebimde bulduğum
bozukları dilenciye verirsem aklından “Enayi herif. Bunlar böyle böyle ne para
kazanıyor haberin var mı?” diye geçireceğini düşünürüm. Velhasıl bir dilenciye
para vermekten sırf yolda gördüğüm birinin enayi olduğumu düşünme ihtimali var diye
vazgeçerim. O akşam da kuyruğumu kıstırıp eve dönmemde ödlekliğimden çok olaya
müdahale etmem halinde bana karışmamamı söyleyen komşunun toy, acemi vesaire
olduğumu düşüneceğini düşünmemin payı vardı. İnsanlık görevi falan hak getire. Yeter
ki imajım zedelenmesin.
Üç ayı geçti bu eve taşınalı. Hakikaten
haftanın üç günü hatta bazen daha sık kavga sesleri geliyor dışarıdan. Ben hala
ne zaman bu kadar da olmaz diyerek müdahale etmeye yeltensem aklıma o akşam
geliyor ve vazgeçiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder