Sorma, Söyleme

Kapı önüne konan bir demet solgun papatya misali boynu bükük, orada öylece duruyor ve kim bilir ne düşüncelere dalmış hüzünle gülümsüyordu. Tatlı ama artık yitip gitmiş bir hatırayı düşünüyor gibiydi. Hatta denebilir ki düşünmüyor, o anı bizzat tecrübe ediyordu. Gülümsemesi bundandı herhalde. Peki o hüzün? O da herhalde bedeniyle ruhunun zamanın ayrı yerlerine düşüp kalmasından ileri geliyordu. Sevdiğiyle yan yana duran ve bu yakınlık dolayısıyla sevinçten içi içine sığmayan fakat içten içe sevdiğinin her an kendisini bırakıp gitmesinden ve rüyasının bitmesinden tedirginlik duyan bir aşık gibi o da yaşadığı mutluluğun her an sona ereceğinden korkuyordu sanki. Öyle ki ona ne düşündüğünü sormak gibi bir densizlik edecek olsanız evvela geçmişten bugüne yaptığı seyahatin sersemliğiyle yüzünüze bakacak, sonra korkusunun gerçeğe dönüştüğünü fark edip hayal kırıklığına uğrayacak ve bu yılgınlıkla tek kelime edemeyecekti.


Mazide kalan o ana dair söylenecek çok şey var aslında. Benim yerimde iyi bir hikayeci olsa, bildiklerimi bilse o adamın acısını sizin acınız yapabilirdi. Bense böyle anlarda ancak susabiliyorum. Hatta bazen böylesi bir acıyı kelimelerle ifade etmeye çalışmak küfür gibi geliyor bana.  İşte bu yüzden size bu meseleyi anlatmayacağım. Vallahi üşengeçlikten değil bu defa, elimden gelmediğinden.